|
|
|
|
Operanın Doğuşu |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
OPERANIN DOĞUŞU
Floransada Kont Giovanni Bardinin sarayında toplanan bir grup aydın, Rönesansın etkisiyle Eski Yunandaki müzikli dramları yeniden canlandırmak çabasına girişir. Camerata adlı bu grubun içinde şairler, besteciler, şarkıcılar ve çalgıcılar yer almaktadır. Operanın ilk adı Drama per musica’dır. Eski Yunan’da Euripides ve Sofokles’in klasik tragedyalarındaki korolardan yola çıkarlar. Sonra orta çağdaki dinsel dramların, kilise sınırlarını aşıp dindışı öğelerden etkilenmesi ile mystére adlı oyunlar ortaya çıkar. Oyun öncesinde çalgı topluluğu bir giriş müziği çalar; ayrıca sahneye çıkan her yeni karakter müzik eşliğinde duyurulur. Böylece tiyatro, koro ve çalgıların bir araya geldiği ortamlar yaratılır. 13. yy başındaki pastoral komedilerle halk ezgileri tiyatronun içine katılmış. Rönesans tiyatrosunda pekçok Yunan tragedyası gündeme gelmiş ve oyunların başına sonuna şarkı söyleyen bir koro yerleşmesi gelenek olmuştur. Daha önemlisi, tragedyaların perde aralarında yer alan intermezzo adlı zengin bölümler, koro, solistler ve geniş çalgı topluluğunu gerektirir. Zamanın pek çok ünlü madrigal bestecisi, başlı başına bir müzik biçimi haline gelen intermezzo için besteler yapmıştır. Konusunu doğadan alan pastoral şiirler ve madrigal komedileri de operanın öncüleri arasındadır.
Opera sözcüğünün İtalyanca’da sözlük anlamı “eser” dir. Önceki müzikli oyunlarda olduğu gibi operada müzik, oyuna sonradan eklenmiş bir öğe değildir. Operanın müziği metin ve sahneleme ile kenetlenmiş bir öğedir. Barok opera önce monodi’nin düzeninden yola çıkar. Ilk operalar reçitatiflerden oluşur. Reçitatifte konuşma dilinin ritimsel özelliği ve güftenin anlamı, müzik öğesinden öndedir. Daha sonra ise arya (aria) biçiminin akıcı müziği önem kazanmıştır.
Opera bugünkü tanımıyla, solistleri, korosu, orkestrası, kostümü, sahnesi, ışığı, dramatik oyunu ile müziğe uyarlanmış tiyatrodur.
Puccini, Giacome (1858-1924) ünlü bir İtalyan opera bestecisidir. Müzisyen bir ailenin oğluydu. 22 yaşında Milano Konservatuarı’na girdi. İlk iki operası, “Le Villi” ve “Ejer”” hiu beğenilmedi. Fakat 3. eseri “Monon Lescaut” ile şöhretini sağladı. Ardından “La Boheme” ile şöhretini büsbütün pekiştirdi. Bunu 1900 yılında “Tasca” takip etti. 1903’te bir otomobil kazası geçirerek aylarca yatakta kaldı. “Modern Butferly” bu sırada besteledi. Bu eserlerin en güzeli sayılır. Amerika’ya gittikten sonra bestelediği “Altın Batılı kız” ilk eseri kadar tutmadı. Son operası “Turandat”u tamamlamadan öldü. Bu eserini Franco Alfono bitirdi. Cenazesi devlet adamlarına layık bir törenle kaldırıldı.
TOSCA (Opera – 3 perde)
Konusu : Olaylar Roma’da Saint Andrea kilisesinin içersinde başlamaktadır. Burada ressam Mario Caveradassi bir resim yapmaktadır ve bu resimde son birkaç gündür kiliseye gelip dua eden bir kızı çizmiştir
Simli Resim
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Yüreğimi sıkıştıran bu kesif hüzün, belki de terketmişlere özgü gizli bir terkedilme duygusudur.
Özledim seni...
Ayrılık yüreğimi karıncalandırıyor nicedir...
Beynimi uyuşturuyor özlemin...
Çok sık birlikte olamasak bile benimle olduğunu bilmenin bunca yıl içimi nasıl ısıttığını yeni yeni anlıyorum.
Yokluğun, hatırlandıkça yüreğime saplanan bir sızı olmaktan çıkıp mütemadi bir boşluğa dönüşüyor.
Sabahlara seni okşayarak başlamaları akşamları, her işi bir kenara koyup seninle başbaşa karşılamaları özlüyorum; oynaşmalarımızı, hırlaşmalarımızı, yürüyüşlerimizi, sevimli haşarılığını, çocuksu küskünlüğünü...
Nasıl da serttin başkalarına karşı beni savunurken; ve ne yumuşak, bir çift kısık gözle kendini ellerimin okşayışına bırakırken... ya da kolyeni çözdüğümde kollarıma atlarken...
Hasta olduğunda, o korkunç kriz gecelerinde günler, geceler boyu nöbet tuttuk başında... o şen kahkahalarına yeniden kavuşabilmek için sessiz dualar ederek...
"Atlattı" müjdesini kutlarken yorgun bedenindeki yaraları okşayarak, doktorun böldü sevincimizi:
"Yaşayamaz artık bu evde... yüksek binalar ve beton duvarların gri kentinde" dedi, "O gitmeli... ve kendine yeni bir hayat çizmeli..."
Bilsen, ne zor gitmen gerektiğini bile bile "Kal" demek sana...
Ne zor, senin için ebedi mutluluğun beni unutmandan geçtiğini bilmek...
Gitmeni asla istemediğim halde, buna mecbur olduğumuzu görmek ve sana bunları söyleyemeden "Git artık" demek...
"Beni ne kadar çabuk unutursan, o kadar çabuk kavuşacaksın mutluluğa" demek sana ne zor...
Sesimi, kokumu çekip alıvermek beyninden, sesin, kokun hâlâ beynimdeyken...
... seni görmemek ve belki yıllar sonra karşılaştığımızda bana bir yabancı gibi bakmanı istemek senden...
... yeni bir sevdayı yasakladığım kalbime söz geçirmek...
... ve sonra kendi ellerimle bindirip seni yabancı bir arabanın arka koltuğuna, birlikte güneşlendiğimiz onca yazı, yanyana titreştiğimiz onca kışı, paylaştığımız bunca acıyı, onca kahkahayı ve bütün o uzak yeşillikleri katıp yorgun bedeninin yanına, arkandan pişmanlık gözyaşları dökmek ne zor...
... ne zor hiç tanımadan seni emanet ettiğim bir şoföre "Hızla uzaklaş buradan ve gidebileceğin kadar uzağa git" demek...
... yokluğunu beklemek, ne zor...
* * *
Bunları düşündükçe, şu anda uzakta bir yerlerde üşüdüğünü sezinleyerek panikliyorum. Bütün engelleri aşıp terkedilmiş caddeleri, kimsesiz sokakları. yalnız bulvarları arşınlayarak sana ulaşmak, sessizce başını okşamak, kulağına sevgi sözcükleri fısıldamak ve yavaşça üzerini örtmek geçiyor içimden...
Paylaştığımız bir mazinin, yitirdiğimiz bir geleceğe dönüşmesinden hicran duyuyorum.
Gizli gizli hüzünlendiğim akşamlardan birinde, terketmişlere özgü bir terkedilme korkusunu da yüreğimin derinlerinde duyarak sana koşmak, yaptıklarım ve daha çok da yapamadıklarım için özür dilemek ve
"Geri dön bebeğim" demek istiyorum:
"Geri dön... kulüben seni bekliyor..."(C.Dündar)
|
|
|
|
Bugün 4 ziyaretçi (5 klik) kişi burdaydı! |